Anthony Lake’in tanımına göre bu devletler
dış dünya ile ilişkilerinde kronik olarak başarısızlar. Burada bir
soluklanıp 'dış dünya' ve 'ilişkilerde başarı' tanımları
üzerinde bir an düşünelim. Dış dünya ile kastedilen uluslararası camia
diyelim kabaca. Kimse anlamasa da tam olarak ne olduğunu. İlişkilerde
başarıyı da bu camia ile kurulan öncelikli olarak da (serbest) ticari
ilişkilerin devamı olarak alalım. Bu haydut devletler hangileri diye
sorarsak karşımıza çıkan liste uzun. Kuzey Kore, Afganistan, Irak, İran, Libya,
şimdi Suriye zaman zaman Venezuela, Pakistan ve sonra Sudan hatta Yemen de
eklenebiliyor bu listeye. Elbette Somali'yi unutamayız. Bu devletler
neden haydutluk eğilimindeler, yıllardır, neyi, neden başaramıyorlar? Bu
sorular ilginç olmadıklarından olacak bir kenara bırakılmayı
haketmişler. Diğer yandan fişlenmiş bu ülkelerin bir şekilde
önce cezalandırılıp sonra da yeniden adam edilmek üzere 'devlet inşaat
alanına' dönüştürülmelerinin teorik, ekonomik, askeri ve
hukuki altyapısı ise tüm cazibesiyle karşımızda. Her ne kadar
2011 sonrası başarıyla tamamlandığı ilan edilen askeri müdahaleyi takiben bu
listeden çıkmış olsa da isterseniz, Afganistan örneği üzerinden bu sürecin
samimiyetine kısaca bir göz atalım. Üzerine herhangi bir şeyin inşa edilebileceği, insan sermayesi başta
olmak üzere neredeyse tüm zenginliğini kaybetmiş, paramparça Afganistan'da devlet inşaası acaba
nasıl gerçekleşiyor?
BM Afganistan Temsilcisi
(2001-2004) Lakhdar Brahimi, 11 Eylül Saldırıları sonrasında
Afganistan'a düzenlenen askeri müdahaleyi tanımlarken ABD'nin
yaklaşımını intikam alma ruh hali olarak tanımlıyor. Bu dönemde yine
BMGK (ayakta oylayarak) terörizmi kınarken, Afganistan müdahalesini meşru müdafaa
hakkı olarak kabul ediyor. Diğer yandan, ABD’nin Afganistan temsilcisi James
Dobbins (2001-2002), koalisyon güçlerinin (40 ülkeden 150.000 askerle
II. Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş en büyük askeri ittifak) o dönemdeki
askeri başarısının çok hızlı geliştiğini ancak siyasi çözümün, askeri çözümün
hızına yetişemediğini ifade ediyor ve ekliyor: ‘ABD Afganistan’ı ne
işgal etmek istiyordu ne de yönetmek. Bu mevzubahis değildi'. Beklenen siyasi
çözüm gecikmiyor. Bu çözüm, BM tarafından Bonn Konferansı'nda ilan edilen yeni
Afgan Devleti. Ne var ki, Afganistan halkının yarısını oluşturan Paştunların içinde
olmadığı bu suni çözümün yol tutuşu da kısa süreli oluyor. Bu dönemde eski haydut
Afganistan'ın zafer çığlıkları atan savaş tanrıları bir gecede yeni ve haydut olmayan Afganistan'ın
saygıdeğer milletvekillerine ve işadamlarına dönüşerek hızla politik hayata
giriyorlar. Özetlersek, intikam
benzeri bir hisle saldırılan ama yönetilmek ya da işgal edilmek istenmeyen Afganistan'da yeni bir devlet inşa etme ve istikrar sağlama sürecine bu şartlarda
geçiliyor. Yine aynı bağlamda, Pakistan İstihbarat Servisi’nden
General Asad Durrani, Afganistan’ı tanıyan biri olarak bu şavaşın başladığı gün
kaybedildiğinden emin. Durrani'ye göre ne Afgan ordusunun ne de yabancı bir
ülkenin askeri gücünün Afganistan’ı istikrara kavuşturma ihtimali yok’.
Afganistan'ın dış dünya ile ilişkilerinde
başarılı (normal) devletler ligine yükselme hayali, 2002 sonrasında dünyanın dört bir yanından ülkeye akan insani yardım ve devlet-dışı örgütlerin desteğiyle şekilleniyor. Kimsenin aklına acaba dünyada daha önce, insani yardım ile herhangi bir (sosyal)
devlet kurulduğu görülmüş müdür diye bir soru gelmiyor. Ayrıca yardım tanımı itibariyle dışarıdan bir yerden geliyor. Bu yardım denkleminde bir taraf yardımı veren diğer taraf da yardımı alan olduğuna göre, Afganistan bu denklemde edilgen kalıyor. Oysa ki
devlet kurmak bir irade yani özne olmayı gerektirmiyor mu? Afganistan
devlet kurma sürecinin nesnesi olarak yola devam ediyor. Burada da mantıksal ve teorik bir terslik
görülmüyor anlaşılan.
İnsani yardım konusuna gelince, Afganistan
bu işin nasıl yapılmaması gerektiğini gösteren ve ders kitabı olarak okutulmak
üzere tasarlanmış bir vaka incelemesi. Güvenlik ise anahtar
kelime. Çünkü herhangi bir şeyin inşa edilebilmesi temelden buna bağlı.
Kurulan Afgan polis gücü heryerde ama saldırılar devam ediyor. Ülke genelinde
asayiş berkemal diyen Afgan Polis Gücü şefi, Afgan polisinin neden saldırıların
ilk hedefi olduğunu açıklayamıyor. Uluslararası camia tarafından eğitilen Afgan
Polis Gücü, güvenliği korumakla görevli, onu kurmakla değil. Kurulmamış
bir şeyi koruması bekleniyor. Anlaşılan bu aşamada da teorik bir sorun
görülmüyor.
Peki Afganistan’da güvenliği kim
kuracak? Güvenliği kuracak olan silahtan ziyade merhamet. 40 yıl
boyunca paramparça olmuş sosyal dokudan geriye ne kadar insanlık ve merhamet kaldıysa, kalanların kalbinde, işte onun üzerinde yeşerecek bir Afgan devleti şayet inşaa edilebilirse bir gün. O güne kadar
da kurulmamış bir güvenliği korumak üzerine kurulu son derece anlamsız ve
havada sallanan basit bu mantıksal sıçramanın bedelini kim bilir kimler nasıl ödeyecek.
Ülkenin ekonomik inşaasına gelince, Afgan
Ticaret Odası Başkanı Muhammed Kurban Hajo, uluslararası camiayı Afganistan’daki
rüşvet ve bozulmayı tetiklemekle suçluyor. Afganistan’ın yeniden inşaası için
harcanan paranın yine bu ülkelerden gelen şirketlere aktarıldığını söylüyor.
Belirli bir projeye kaynak aktarılmasına karar verildiğinde bu proje için
harcanacak olan tutarın sadece %10’u ila % 30’unun sahada harcandığını, geri
kalan tutarın ise Afganistan’a gelir gelmez şayet gelirse, aynen geri gittiğini
ekliyor. Dünya Bankası Afganistan Direktörü Jean Mazurelle (2004-2006) de
benzer bir açıklama yapıyor ve ihale alan şirketlerin yönetim
giderlerindeki olağanüstü rakamların şişkinliğinden dert yanıyor. Yeniden kurulmak istenen Afgan ekonomisine enjekte edilen paralarla Afganistan dünyanın en rüşvetçi ülkesi haline geliyor.
Devlet inşasının teorik altyapısında ise karşımıza yine Fukuyama çıkıyor. Tarihin sonunu biraz erken ilan etmek hevesini kırmamış olacak ki devlet inşaası el kitabında yine tüm ihtişamıyla akademik camianın karşısına yeni kuramlarla çıkacak cesareti buluyor Fukuyama. Bu teorik altyapının analizini ve uluslararası camianın, küresel terörizmin birincil finansman kaynağı olan afyon üretimini (tarlaları yakarak bir günde) sona erdirebilecekken neden bunun bir türlü yapamadığını bir başka yazıya bırakalım.
Devlet inşasının teorik altyapısında ise karşımıza yine Fukuyama çıkıyor. Tarihin sonunu biraz erken ilan etmek hevesini kırmamış olacak ki devlet inşaası el kitabında yine tüm ihtişamıyla akademik camianın karşısına yeni kuramlarla çıkacak cesareti buluyor Fukuyama. Bu teorik altyapının analizini ve uluslararası camianın, küresel terörizmin birincil finansman kaynağı olan afyon üretimini (tarlaları yakarak bir günde) sona erdirebilecekken neden bunun bir türlü yapamadığını bir başka yazıya bırakalım.
Galiba bir günde milisten milletvekili olmanın
önündeki insani engeller, yardım kuruluşlarıyla, sosyal devlet
kurmanın önündeki teorik ve pratik engellerle birleşince hevesler kırıyor. 40 yılı aşkın bir
süredir savaşmaktan taş devrine dönmüş, sonu gelmez dedirten ve akıllara sığmaz
insanlık dramlarıyla sosyal dokusu liğme liğme olmuş Afganistan şu an
birbirinin yüzüne intikam almaktan başka bir hevesle bakamayan şavaş
tanrılarından, onların milislerinden, uluslararası camianın evine dönmek
isteyen askerlerinden, kimseye hesap vermeyen insansız uçaklardan ve
keçilerden oluşuyor. Ülkeleri fişlemek yerine küresel
köyümüzdeki güzellikleri ve zenginlikleri paylaşma hevesimizi arttırma yönünde
yönetişerek acaba sorunları daha hızlı azaltabilir miyiz ? Eğer amaç sorunları azaltmaksa tabi.
* Bu yazıda Eric de Lavarène ve Alberto Marquardt'ın 'Afganistan, İntikamın Bedeli' adlı belgeselde yer alan ve Nadia Blétry ve Eric de Lavarène tarafından yapılan röportajlardan alıntılara yer verilmiştir.
0 comments:
Enregistrer un commentaire